IŞIKLAR İÇİNDE – Ofisimiz ortaklarından Av. Ömer Kömüç’ün ‘’Işıklar İçinde’’ başlıklı yazısını ilginize sunarız.

  • Anasayfa
  • Yayınlar
  • IŞIKLAR İÇİNDE – Ofisimiz ortaklarından Av. Ömer Kömüç’ün ‘’Işıklar İçinde’’ başlıklı yazısını ilginize sunarız.

Işıklar İçinde

48 Trilyon Dolarlık Soru:

Bir ışık demetinin üzerinde seyahat edebilseydik acaba neler olurdu?

Bu ilginç soruyu, 1896 yılında, 16 yaşındaki, bir lise öğrencisi sordu.

Saatteki hızı 1 milyar km olan ışığın peşine düşen bu delikanlı, 1905 yılında yayınlanacak makaleleriyle Dünya’yı değiştirecek fizik devriminin fitilini ateşleyen Albert Einstein’dı.

Muazzam zekâsı ve hayal gücüyle ışık, enerji, madde, zaman, kütleçekim gibi doğa fenomenlerine dair geleneksel bilgileri, sezgilere aykırı teorilerle sorguladı.

“Madde ve enerji birbirlerinin farklı biçimleridir. Işık, kesintisiz dalga değil paketçikler (kuantalar) halindedir. Hız arttıkça, zaman yavaşlar. Işık hızında zaman durur.” gibi fikirleri, garip ve biraz felsefi bulunarak bir süre göz ardı edilse de teorilerinin kusursuz sadeliği ve orijinalliği onu bilim dünyasında kısa sürede tanınır hale getirdi.

1915 tarihli Genel Görelilik Teorisi’ndeki “Güneş gibi büyük kütlelerin uzayı eğdiği, gezegenlerin Güneş etrafında bu eğim nedeniyle döndükleri, uzaydaki eğilmenin uzak yıldızlardan gelen ışığı da eğeceği” fikri, 1919 yılında Güneş tutulmasında ispatlanınca Dünya’da hızla bilim ikonuna dönüştü.

Newton’un 250 yıllık kütle çekim kuramını çürütüp, Dünya’nın yıldızımız Güneş etrafında neden döndüğünü izah eden bir “yıldız” oldu.

“Tanrının düşünce biçimini anlamak istiyorum” diyerek, Evren’in her zerresinde var olduğunu ve ahenkle işlediğini düşündüğü düzeni çözmeye çalıştı.

Fakat kendi öncülüğünde başlayan yeni bir fizik teorisi, onun düşündüğünün aksine Evren’in düzene değil, düzensizliklere, belirsizliklere ve olasılıklara dayalı olduğunu ortaya çıkaracaktı.

Einstein’ın işaret fişeğini fırlattığı, fakat sonradan teorik sonuçlarına hep karşı çıktığı bu “yeni fizik”, bugün Dünya’nın yıllık ekonomisinin yarısı kadar, yani 48 trilyon USD’lik, değer üretilmesini sağlayan kuantum fiziğidir.

Küçük İşler:

Bir kumsalda hem çakıl taşı hem de su dalgası olan bir şey gördünüz mü? Aynı anda hem İstanbul’da hem de Ankara’da olabilir misiniz? Olimpiyatlar 800 metre finalinde koşucuların hızlarını ve yerlerini aynı anda göremeseydiniz ne olurdu? 10.000 km uzaktaki ikiz kardeşinizin yaptığı her hareketi eş zamanlı yapmanız mümkün müdür?

Bu tuhaf sorular, atomun içindeki parçacıklara (kuantumlara) özgü bazı özelliklerin hayatımıza uyarlanmış halleridir. Kuantumlar, hem parça hem de dalgadırlar; bulunmaları muhtemel olan her yerdedirler, hızları ve yerleri aynı anda bilinemez, birbirlerinden çok uzakta olsalar da aralarında eş evreli etkileşim vardır.

Kuantum fiziği, atomun içindeki parçacıkların hareket ve etkileşimlerini inceler. Bir toplu iğnenin sivri ucuna 4 trilyon atom sığdığını; her bir atomun içindeki proton ile elektron arasında bir stadyumunun orta noktasındaki topla en üst tribünde dolanan bir sinek arasındaki mesafe oranında boşluk olduğunu; proton ve elektronun içinde onlardan çok daha küçük hadron, bozon, kuark ve lepton gibi parçalar olduğunu söylersek, kuantum fiziğinin ne kadar “küçük işlerle” uğraştığını izah etmiş oluruz.

Ancak bu küçük işlerle uğraşılarak üretilen bilgiler televizyon, bilgisayar, cep telefonu, tıbbi görüntüleme cihazları, elektronik iletişim ve enerji sistemleri, led, lazer ve teknolojik her şeyin temelini oluşturmuştur.

Süper bilgisayarların binlerce yılda çözebileceği problemleri saniyeler içinde çözebilen kuantum bilgisayarlar, siber saldırılara karşı ultra güvenlik sağlayan kuantum şifreleme sistemleri, fotonla (ışık kuantumuyla) para ve veri transferi, çok ince olmasına rağmen muazzam miktarda enerji depolayabilen Grafen gibi maddeler, elektriği dirençsiz ileten malzemelerle üretilen ısınmayan elektronik cihazlar yakın gelecekte kuantum marifetlerini gündelik hayatımıza taşıyacak.

Kuantum düzeyinde biyolojik araştırmalar yaşamın başlangıcını; parçacık hızlandırıcı deneylerinde “hiçlikten” ortaya çıkan atom altı parçacıklar ise Evren’in başlangıcını anlamamızı sağlayacak. 3

Değersiz bir soru:

Fransız sosyolog Emile Durkheim’e göre insanların Evren’i anlama biçimleri ile toplumsal yapılar arasında paralellik vardır.

Doğa kurallarını açıklayarak Evren’i, Dünya’yı, anlamamıza yardımcı olan Fizik bilimi, toplum düzenini, ideolojileri ve inançları da etkiler.

Nitekim günümüzün siyasi, ekonomik ve sosyal yapısına şekil veren bazı düşünceler, örneğin kapitalizmin fikir babası Adam Smith’in ekonomi teorisi klasik fiziğin Evren anlayışıyla desteklenir.

Bu anlayışa göre Evren, en küçük parçasından bütününe kadar belli kurallarla işleyen, belirli sebeplerin belirli sonuçları doğurduğu, açık, kesin, mekanik bir doğal düzendir.

Aristo’ya kadar dayanan bu kesin ve mekanik Evren düzeni görüşü, pek farkında olmasak da, toplumun, devletin ve hukukun “içine sinmiştir.”

Bu durumun yansıması olarak ırklar, uluslar, sınırlar, mülkiyet, haklar, sorumluluklar, suçlar, cezalar, ahlâk kuralları, adalet, vicdan, suçlu-masum, haklı-haksız kesin çizgilerle belirgindir.

Peki, bu kadar kavrama tesir ve hatta kaynaklık eden “mekanik evren düzeni” hakkında kuantum fiziği ne söylüyor: Olmadığını!

Kuantum fiziğine göre, Evren’de düzen değil, düzensizlik, belirsizlik ve olasılıklar hâkim, belirli sebepler belirli sonuçları doğurmuyor, kesinlik ve tek doğru yok.

Evren anlayışımızın yeniden şekillenmesi anlamına gelecek bu bilgileri üreten kuantum fiziği, teknolojik değişimler dışında, varoluş, yaşam, ölüm, bilinç, varlık, gerçek, olağan ve olağan dışı kavramlarını değiştireceğe benziyor.

Bu kavramlarla bağlantılı her hukuki tanımın yeniden yapılması anlamına gelecek bu durum hukukun ateşle imtihanı olur. Üstelik “değersiz” bir soru gelir akıllara: Kesinlik ve tek doğru yoksa gerçek belirsizse, adalet nasıl sağlanır?

Sonuç:

New York Times’ın 19 Nisan 1955 günü baş haberi şöyledir: “İnsan bu küçücük dünyada duruyor; gökyüzündeki sayısız yıldızlara, dalgalanan okyanuslara, sallanan ağaçlara bakıyor ve hayranlık duyuyor. 300 yıldır bunlara en saygılı biçimde hayranlık duyan kişi, Albert Einstein aramızdan ayrıldı.”

18 Nisan 1955 günü hayatını kaybeden Albert Einstein tam 70 yıldır “ışıklar içinde” ama akıl ve bilimin gücü ile kalıcılığının sembolü olarak, dâhi dendiğinde bugün bile ilk o hatırlanıyor.

İnsanlık tarihi, insanların yarattığı, binlerce yıl taptığı ve sonra öldürdüğü tanrılarla dolu. Sayısız inanç ve ideoloji yok olmuşken, taşı yontup keskin bir alet yapmayı “akıl eden” ilk insandan itibaren insanlığı ilerleten tek şey, akıl.

Akıl ve bilim toplumsal, siyasal ve hukuksal her kuruma hâkim olduğunda toplumun refahı artıyor. Elbette akıl ve bilim, vicdanın rehberliğinde kullanılırsa değerli olur.

Ezberlemek yerine anlayan, inanmak yerine bilen, hayal eden, “icat çıkaran”, sorgulayan, merak eden, iktidar veya para peşindeki değil, bilgili, görgülü, dürüst ve adil insanlar yetişmeli.

Adalet, sadece adliye duvarları arasında ve kanunlarda değildir; yaşam biçimidir, ruh halidir, ahlaktır. Vicdan, bir türkü gibi kadim olur, içimize işler, dilimize dolanırsa, işte o zaman adaleti kuantum seviyesinde, “ışıklar içinde” aramadığımız bir Dünya’da yaşarız.

Sözü yine şiirle, Orhan Veli ile bitirelim.

Handan, hamamdan geçtik Gün ışığındaki hissemize razıydık Saadetinden geçtik Ümidine razıydık Hiçbirini bulamadık Kendimize hüzünler icat ettik. Avunamadık Yoksa biz… Biz bu dünyadan değil miydik?

Bu yazıya katkı sağlayan lise 3. sınıf öğrencisi Deniz Aral’a teşekkür ederiz.

Av. Ömer Kömüç

  • Nidakule Ataşehir Kuzey Begonya Sok. No:3 Kat. 23 D. 191 34746 Ataşehir / İstanbul, Türkiye
  • +90 216 988 60 60
  • info@tilegal.com